Bahar; Arap atı gibi tahakküm kurmuştu doğanın üzerine... Çimenler kükremiş güller tomurcuklanmış...Serçeler yuvalarından dışarı uçup yemyeşil ağaçların başında şakıyarak gülüşmekte... Bir badem ağacı, kahverengiliğini bozmuş, gelin başı gibi açmış... Baharı kucaklamış... Sessizlik senfonisi... Beynimde uzun yürüyüşlere çıkmışım başımı alıp da... Uzun emprime bahar çiçeği bol eteğimle rüzgara savrula savrula yola koyulmuşum... Yemyeşil çimenlerin üzerinde açan papatya, gelincik, sarı mineli çiçekleri eğilip toplamaya başlamıştım... Beyaz üzeri işli bluzumla... Alıçtan firuze kolye boynumda... Saçlarım örgü örgü... Oyalı bir yazma başımda... Seke seke geziniyorum Olympos eteklerinde... Bu bahar kimseler yoktu buralarda... Herkes savaşta... Birbirini öldürmekte... Olympos yalnız... Ben de yalnızdım... Duygularımı bahara açtırmıştım... Cömertlik ve yalınlıktan öte bir şey yoktu bu dağda... Savaştan kaçıp buraya sığınmıştım... Hayret kimseler yoktu... Olympos boşalalı asırlar olmuştu... Koşuşmuştu insanlar kokuşmuş teknolojinin kucağına... Bir ben bir Olympos kalmıştı savaştan arta kalan... Bir de göveren doğa... Yemyeşil, bonkör, çiçekli bir yol...

                           Seke seke bir ceylan belirdi yamaçtan... Cansız bir hayale dalar gibi uyanmıştım... Yanıma sokuldu... Dostluk aramaktaydı belli... yağız bir Filistinliydi... Çılgınlar gibi... Gözlerinde ateş...

                         Karşımda bir hayal... Cansız bir hayale bakar gibi dalmışım...Filistinli bir gençle İsrailli bir kızın buluşması gibiydi tablo... Ceylan ürkekti...Yağızdı.. Saç sakal birbirine karışmış uzun tüyleriyle... Gözlerinde ateş yangını...Dudaklarında çöl kuruluğu vardı... Titrekti... Belliydi... Sevgi dolu yağız bir ceylandı... Duygu zengini... Gönül varlıklı... Ağlamaklı... karşımda oturmuş... Titriyordu... Bir ayağı sürekli hareket halinde... Vurulmuştu... Tek ayak üstünde bekleyen suçlu öğrenciler gibi... Helezon yaya oturtulmuş oyuncak bebekler olur ya... Aynen öyle işte... Sevgi dolu... Özgürlüğe susamıştı...Utanarak kaçmıştı savaştan ezikti... Yanı başında İsrail’ den kaçmış bir kadın... Esmer... Köylü güzeli... Yanakları al al... Simsiyah gözlü... Cımbız değmemiş bir Ortadoğulu kadın... Bir surat... Doğal... Makyajsız... Sade... Süzme bir kadın... Nasıl olursa öyle işte... Emprime etek efil efil rüzgarda... Olympos’ a sığınmış bir öğrenci belli... İyi öğrenmiş yaşamı... Öğretmişler enine boyuna... Nasıl olursa öyle? Yaşamı öğrenmeye gelmiş... Onurlu ... Şeref listelerinde bir öğrenci... Kırılgan... Ezilmiş... Horlanmış... Ama dimdik... Ödünsüz yaşamış değerlerinden... Acılardan kaçmış... Buraya sığınmış. Yorulmuş. Sıkılmışta sığınmış Olympos’ aİkisi de yan yana. Dopdolu canlılar. Her model elbiseli ancak canlılık benzerlikleri.İkisi de yaşının baharında. Bu kadar kalabalığın içinde gözlerime inanamadım. Şaşırdım. Hoşuma da gitmedi değil? Ne mi oldu? Filistin’ den kaçıp buraya sığınan ceylan doğanın ortasında İsrailli kadına yanaştı. Hem de usulca. Dağ çiçeği gibiydi kadın. Utandı kavgadan kaçmıştı. Kızardı, Bozardı. Korktu. Hayret hem de Olympos’ ta. Böylesi ıssız terkedilmiş bir sığınakta. Pisliklerden kaçıp gelmişti kadın taa buralara.Temiz bir kadındı. Ceylan özgürlüğü için koşmuştu buralara.Bir dostluk imzasıydı belki de kim bilir... Bir barış. Bir özgürlük arayışıydı. Sembol bir buluşma! Kız yağmur gözlüydü..

                            Etkilendim. Utandım Olympos’ dan! Başımı çevirdim. İkisi de acemiydi bu mekanda. Ürkek, yalnız ancak... Özgürlük istekli iki acemiydiler. Ceylan seke seke dolaşıyordu Olympos kırlarında. Kadın küçük bir çocuk gibi. Onca güzelliğin ortasında. Başka. bir gören olmuş muydu? İzliyordum. Düştüm ardına ikisinin de. Belliydi. aralarında bir çekim vardı. Anlamak zordu? Aralarında bir kıvılcım vardı. Habersizdi her ikisi de. Ancak olmuştu işte. Yoksa bir veda buluşması mıydı Ceylanın ki? Bir kutlama mıydı? Savaşın bitişine, barışın gelişine. Ayaklarının arasında dolaşmaya başlamıştı Ceylan. Kadın korkmuştu. Tedirgindi. Utangaçtı. Ürkekti. Hem de az bulunur bir ikiliydi. Sitemli bakışlarını gördüm sisli gözlerimle. Hadi dedim içimden. Helal olsun ikinize de.. Nasıl istiyorsanız. Dostça, arkadaşça. Ya da bilmem ki? Nasıl istiyorsanız. Bir insan bir Ceylan. Dostluk. sevgi. paylaşım. Ne istiyorsanız. bütün güzellikler... Elimi başına götürdüm Ceylanın. Gözleri umutla ışıldıyordu. yanı başımızda ılgıt ılgıt nehir akmakta.. Elimde ki birkaç papatyayı suya bıraktım. Su alıp götürmüştü. Dalmıştım nehrin suyuna.Gözlerimle beynimi yıkıyordum. Düşüncelerim iyice arınmaya başlamıştı. Ceylan susamış. Beynim susamıştı böylesine bir sessizliğe. Diliyle içiyordu suyu, Kana kana... Sıcak çöllerden, kızgın savaşlardan kopup gelmişti. Eteklerimi toplayıp suya indim. Ceylan yalnızdı. Kulaklarını oynatıp gülen gözlerle bana bakıyordu. Heyecanla. o da nehirde. Benimle birlikte. Bir elim eteğimde, bir elim Ceylanın başında. Ceylan İsrail den ben Filistin den. ikimiz de küçük oyunlardan kaçıp sığınmıştık Olympos’ a. iki mülteci. farklı son derece aykırı bir buluşma...

                    Ateş baruttan görmeyen gözlerim açılmıştı... İki sığıntıydık bir zamanlar... Garip... Ceylan suya kavuşmuş mutlu... Ben Ceylan’ dan daha umutlu... Temiz nefesi bulmuştuk...Kulakları hep dimdik ceylanımın... Gelecek kötülüklere karşı yanı başımda... Gelin başlı badem ağacı daha gülmeye başlamıştı... Bütün tomurcuklarını açtı... Baharda kar yağdırdı...

                      Öteki dünya... İğrenç kokusu halen burnumda... Madde savaşına yenik düşmüş ruhları öldürmüş nüfus kalabalığı canavarlar... Ceylan’ ım da yorulmuş Robinhoodlardan... Şimdi üç kişi olduk... Serçe...minik serçe... zıp zıp... mutlu... Nefesi daralmış savaş kokusundan... Nasıl dayanmış onca uzun yola? Hayret... Avucumun içinde... Bana müzik dinletmeye gelmiş... İşte doluşmaya başladı ÖZGÜRLÜK ülkesi... Karanlık ülkelerden vizesiz gelmiştik buralara... Uçarak... Ardımıza bakmadan gelmiştik... Bulutsuz gökyüzü... Sürüler halinde güvercinler... Ayaklarında mavi boncuklar... Serçe daha çok ötmeye, Ceylan ise dans edip sekmeye başladı... Olympos’ da şenlik var... Fes rengi bir gül açmış...Beyaz mineli çiçeklerin içinde... Mülteciler artmaya başladı... Ağıt yoktu... Ceylan gülüyor, Bir elimle eteğimi tutmuş dans ediyordum... Gökyüzü zifiri aydınlık... Gözlerim kamaşmış bahardan... Nehir yatağını aşmış engin bir deniz... Ben ise kayadan oyulmuş bir kayık gibiydim denizin orta yerinde... Serçe avucumun içinde.. Ceylan ayaklarıma dolanmış...Güvercinler yere inmiş saçlarımı didikliyorlar, Ayaklarımın dibinde zıp zıp... Mavi boncuklarını sökmemi istiyorlar... Biz bizeyiz... Uykulu, bahar kokulu... Bütün mülteciler gönül rahatlığı ile uykuya daldık... Hepimiz olduğumuz yere kıvrıldık... İyi ki bir post getirmiştim kaçarken sınırdan... Koyun postu... Yumuşacık... Ceylanım... Bulmuş onu ilerideki tel örgülerin yanında unutmuştum... Ağzıyla getirdi, sürükleyerek... Üzerime örttü... Ay dede bizi bekliyordu... Issızlıktan korkmam, Kalabalıktan da ... Hele yalnızlıktan hiç korkmam...

                        Hepimiz el ele tutuşmuştuk... Gök yüzüne doğru kanatlanıp uçuyorduk... Güvercinler yol gösteriyordu... Gökyüzünün maviliklerine kavuşmuştuk... Cennete doğru tabelalarıyla yol almıştık... Kim bilir belki bu dünyada bulamadıklarımızı bulup da sarılırdık birbirimize bu defa... Utanmadan...doğallıkla... Safça...

                      Gün ağardı... Serçeler coşmuştu... Cıvıl cıvıl şakımaya başlamıştı gün... Yaşadıklarımın hayalini söndürdüm, kendimle derin bir uykuya daldım...

Paylaş: