“Anasına bak kızını al” demişler atalar...Haklı...Dalıp gittiğim çocukluğumun bez bebekli günlerine...Nasıl da otururdum annemin dizinin dibine...Oturur çeyiz sandığımızda hazırladığı el işi  göz nuru nakışlara nasıl da bakardık...Üç kız kardeşe paylaştırılmış bohçalar...Özene bezene katlanmış eserler mi? Denilse daha anlamlı...Yamalıklı bohçalardan bilmem kaç öykü yazılırdı...Başak da anasının kızı...“Kurt ulusuna çekermiş” doğru değil mi? İlla da elbise dikecek...Kumaş ister...Çekiştirip durur...Açtık sandığı birlikte...Şu benim çeyizim, şu ablamın...Ablası ilgisiz şimdilerde...Beş şıklı seçeneklere sıkışmış yavrucaklar...Boğuşmasa da pek o taraklarda bezi yok...Küçük evciman...Son derece..Hayırlısıyla büyüseler de...Açtık ceviz oyma sandığı...Bakıyoruz bir bir...

 

                   Her bohçanın üzerinde bir etiket... “İğne işleri”, “mutfak takımı”, “oyalı yazmalar”, “yatak takımları”...Sabır işi, ne göz nuru... Rahmetli annem “şunu da ananız öz canı için işlemiş”bakın derdi sağ olsaydı...Okuldan gelip iş güç bitti mi el işleriyle uğraşmak marifetti...Yaz tatillerinde gergef başına oturur nakış işlerdik...Nakış, iğne işi, Antep işi...Biraz daha özelliklere inersem...Kartopu, ciğer deldi, çin iğnesi, kuş gözü, dolama, sarma, bebekli...Nasıl güzel isimler böyle...Hepsi de doğadan alınmış bir bir...Doğanın bez üzerine yansıması...İpek kumaşın ipliklerinin çekilerek iğneyle kuyu kazma işi...Göz, el, beyin arası bir çalışma...Büyük bir ustalık, sanat...Zevkli, paha biçilmez değerler...Sırma sabahlık...Sırma bohçalar...Tel işi yastık tepeleri...Rahmetli annemin vasiyeti...“Sırma işlerini naftalinli sandığa koyma!” sözleri kulaklarımda...Unutmuşum da bir şey olmamış naylon poşetlere sarmışım...Yoksa batıl itikat mı? Bilemiyorum...Kararmamış olduğu gibi...Halep işli namazlıklar antika bir servet...Bilemiyorum kaç yüzyıllık...Ninem rahmetlinin ninesinden...Köşesi sararmış...Anam olsaydı “şeytan götürmüş vah vah” “Ne başıma taş!” diyerek dövünürdü...Yıllarca bekletile bekletile insan sararır? Değil ki kumaş...Peki kutnu kumaştan diktiğim sabahlığım...Anadolu folklörünün sembolü...

 

           Başka... Keten üzerine milyarlarca değerinde göz nuru akmış... En son damlayan nurlar benden sandığıma... Kızlarımın göz nurları? Yok onlardan eser... Devir değişmiş... Duvara asmışım karşımda... Bir etek bir bluz askılı... Başak ne kadar düğme, boncuk varsa döşemiş ilik kutusundan... Rengarenk bir gece elbisesi... Giyilmesi olanaksız...Ancak nefis bir dizgi... Babamın sesi kulaklarımda “yeter kaldır dökük saçıklarını  ayaklarımıza iğne batacak...” Gözüne yazık uğraşma tavırları... Oysa şimdi nasıl müşfik babam... Keşke yaşlanmasaydı da söylenseydi eskisi gibi... Tükenmeyen çocukluğum! Ağzı zor kapanan sandıklar... El gün için yaratılan eserler mi? Yoksa sanat için mi eserler? Nerde o eski gelin bakmalar... Adı değişti bunların... Kermeslere dönüştü! Taş duvarlardan, taş merdivenlere trabzınla inilip takunyalarla, kınalı parmakları görüyorum şimdi sıcak bir dünyadan... Ilıklık bitmiş... Savaşlar ısıtmış dünyamızı... Sevinç, hüzün kınaları çekip gitmiş uzak diyarlara...Kınalar...Nelere kına yakardık... Gidip de dönülmeyeceklerimize... Askere, geline, damada, kurbanlık koyuna... Çoğu değerlerden dönüldü maalesef... Döneklik işlemiş içimize...

 

           Açtık yamalı bohçamızı... İçi yama yapılacak kumaş dolu... Nur içinde yatasın anam... Devir değişti... Nerde yama nerde sen!... Nerde sümerbank basmaları...Hepsi hayal... Aklım gitti aklım... Geçmişimin salıncak ipleri kırıldı... Başak alabildiği kadar aldı... Bohça boşaldı... Geriye yamalıklı bohça kalan... Sandığın üzerini iyice kapattık kalın bir örtüyle... Baktım ne göreyim yere düşmüş... Bir naylon dosya içinde üç öykü... İlgimi çekti... Unutmuşum neden sakladığımı...Daldım gittim geçmişime...Kimmiş yazan? Kime yazmış? İkisinin adını okuyamadım... Solmuş, sararmış harfler...Biri seç gel ninemin dediği gibi... Okunaklı yani... Gözüm seçmekte... Silinmemiş yazıları... Mektup yazıyor üzerinde... Onları da bırakayım olduğu yere... Öldüğümde kızlarım açtığında sandığımı demesinler ki “anamız kafayı yemiş”... Değmiş ki saklamış desinler... Her şeye naftalin sinmiş... Oymalı sandığıma da, hayallerime de umutlarıma da naftalin sinmiş... Sevgili gibi... Kim silecek göz yaşlarımı? Geçmişimin karanlığını usul usul sildim, silmekteyim... Ancak göz yaşlarımı?

Paylaş: