Eczacı ARKADAŞ’ ım EMEL...

         Kör olasın kalem... bunu damı yazacaktım? Kandil gecesiydi dün. Oturdum telefonun başına... kimleri aramalıydım? Kimlerin KANDİLlerini kutlamalıydım? Emel arkadaş’ ım... daha bir yılı doldurmadı bu illet hastalık... KANSER... Kahretsin seni en büyük düşman... ellerimle boğmak isterdim...

          Çevirdim telefonu? KANDİL’ini kutlamalıydım önce senin sonra babamın... oğlum Kamil neden öyle ağlamalıklıydın... herkes burada Nesrin teyze deyişin kulaklarımda... içine dedim içine hayat senin içine.kızlarım öyle baka kaldı gözlerime, dondular... severlerdi Emel teyzelerini... her toplandığımızda; tabak dolu pastayı içine sinmez “Allah’ını seversen Nesrin... ölümü gör... kızlarıma götür” diye zorlardı... kızları yoktu, ikiz oğlan anası... oğlanlar üniversiteye gitti bak... değdi mi şimdi üzüntüne? Ne sevinmişti onları doğurduğunda... hiç erkek kardeşi yoktu... ikizleri doğurduğunda yanındaydım hastanede... o gün gibiydi Kandil gecemde... Kandiller yanıyordu camiiler de... sicim gibi gözyaşım sicim...

           Bir Kanser diğerini doğurmuş o ince narin bedeninde... oturdum yanı başına açtı gözlerini... nasıl olduğumu soruyordu o durumunda... elinde tesbih “hamd olsun”diyordu Serpil gibi... İki yılda iki can arkadaşım yenildi illete... “teröristler geliyor” diye sayıklamış... ölüm döşşeğin de bu kelimeyi duyabilmek... Allah kahretsin... pisliklerin dünyası... Ali Rıza Torun kardeş... zorla yazmamı istedin derginde sağlıkla ilgili... ilgim dışıydı... SAĞLIK nasıl ilgi dışı olursa! Anladım şimdi... “ eğitim”le uğraşmaktan “sağlığı” unutmuşum... kısmetmiş... aynı üniversitenin üç tanığı olan biz burada buluştuk işte... kader... ilk yazımın böylesine olmasını istemezdim... Sağlıkçı candan arkadaşımın can çekişen halini yazmak ne ağır... Şıhcan Alaybey Eczanesinde hastalarına şifalar dileyen... çocuklar gibi koşuşturan... beyaz önlüklü, güler yüzlü Emelcik... sevgi dolu, cömert, çok okumayı seven arkadaşım... verme özürlü en ziyadesiyle...fedakar... ağlamak... sözcükleri dizebilmek zor işte..

           Genetik mi? mikrobik mi? Anlamam... anladığım yedi bitirdi işte. İyice kanamaya başladı yaralar şimdi... hani göz göz olmuş derler ya... nasıl bulmuş arkadaşımı nasıl? Bir bahar bayramı gününde, bir kandil gecesinde simsiyah bakıyoruz ağlamak boşuna... Serumunu kesmişler... umudu kesmişler... alışmışlar... ancak ben alışamadım bu hüzne... böylesine üç yazı yazdım... anamı, iki arkadaşımı... nasıl ağlamam nasıl... Allah’ tan umut kesilmez ama... hani kuru ağaca can veren Allah’ ım... vakit geç olmuştu... vakit dolmuştu... camiiler de ışıklar yanmaktaydı... Kandil di dün gece... ancak içimdeki EMEL yaşamaktaydı... ölünceye dek de yaşayacaktı...

          Hani... 70’li yılların terör karanlığını nasıl mı dağıtırdık? Ankara Kızılay vitrinleri iyi tanırdı bizi, sinema koltukları... Botanik Parkı... Hacettepe M salonu konserleri... okuyarak, yazarak... çalışarak... Yıldırım Önal tiyatroları... Kerim Avşar’ın Küheylan’ı... Küheylanlar vuruldu... hem de sapan taşıyla vurulan serçeler gibi... önemsiz... arkamızdakiler iyi yaşasın... canları sağ olsun çocuklarımızın...hazırlıkta öğrendiğimiz “Chicago” kelimesiyle özdeşleştirdiğimiz... gülerek vitrinlerde izlediğimiz bize uymayan... Chicago giysileri... acaba bu kentte/ülke de SEN kadar kaç zeki kadın mezun oldu Hacettepe ilk sıralarından... nasıl kurtulacaksan öyle olsun hadi... acı çekmeni istemiyorum daha fazla... gereği yapıldı... ziyadesiyle... Chicago ülkesine bile gidildi... doktorlar doktoru Allah’ ım... şifalar gönderiyorum ancak boşuna... biliyorum...

           Zülal seni de eklemek istedim şimdi... anımsadın değil mi yaşadıklarımızı? ikimiz kaldık senle baş başa bu şehirde geçmişten... sen hastalarınla uğraşırken bende insanlarla, eğitimle... çalışmak özgürleştirmekte bizi... haksız mıyım? Yinede zaman ayıralım birbirimize... Emelden hep şunu duyuyordum son yıllarda... iyi ediyorsunuz diye... senin yurt dışı/yurt içi kongrelerine benim kitap Fuarlarına/kitaplarıma EMEL’ in hayranlığı gözlerimin önünde şimdi... aslında ODTÜ’de hocalığını bırakarak eczanesini açmıştı... araştırma delisi, bilim tutkunu bir kadın ve de bir anne her yönüyle... birbirimize benzer Anadolu kadınlarıyız değil mi? ne kadar okusak da, bilsek de... birlikte SEÇ otobüsleriyle memlekete yan yana koltuklarda gidiş dönüşlerimiz... Tan doğan’ da inip yurda adım atışlarımız.. hem de savaşın içinde.. ne kanlı günlerdi? ancak şimdi daha yüreğim kanamalı..

            ....uyuyamadım... nasıl uyunur böyle havada?... ezan okunuyor... içim karardı içim... şafak sökecek az sonra... telefonunu çevirsem mi? çevirmesem mi? Kandil gecesi sarılarak ayrılmıştım senden... sigara kokuyorsun... içme dercesine... içilmez mi? nasıl içilmez? İçmez miydik karşılıklı... dertleştiğimizde neydi bize eşlik eden... bir vasiyet gibi algıladım helalleşen gözlerimizle... en kırılgan duygu hücrelerime oturmuş KANSER... Serpil’ i kanından, seni rahimden, Mehmet’ i beyninden, Fatma’yı göğsünden vurdu... tedavi için ne yapmalı: KANSER’ e yakalanmamak için... önce vurdumduymaz, sonra arsız olmalı... taş gibi... ruhsuz! nasıl olmalı? Yapı buysa bu bina çökmez mi? nasıl dayanır uzun yıllara...

          hüznüm karardı, hava ağarmaya başlamış... gökyüzü bulutlu...belli yağmur yağacak... alışacağız buna da... rahmet yağdı diye...

           yazım bitti... maille göndereceğim az sonra... bir sağlıkçının sağlık durumunu, bir sağlık dergisine ulaştıracağım... bir hocam derste... beni teselli etmekte... İLKAY hoca gözleri dolu dolu bakıyor halime... hocam diyor nerde siz gibi can arkadaşlar/dostluklar... yaklaşık otuz yıllık bir paylaşım... hiç dilimiz dilimize değmeden... öylesine de eleştirirdik ki... en iyi biz anlardık birbirimizi... kırılırdık belki... hatırlamıyorum... ama hiç küsmedik birbirimize... görüşürdük, telefonlaşırdık... biz böyle bacı, arkadaş, dosttuk... yapayalnız kaldım şimdi, bir başıma bir dağın tepesinde... hayret... bütün yazılarımı yazarken çok sigara içerdim, ilk yazım sigarasız yazdığım... keşke bu durumu yaşamasaydım da sigara içseydim yine de...

Paylaş: