Sesin sesime değdiğinde

Felaketim olur çoğalırdım...

 

             Demişti Attilla İlhan.. Böyle mi demişti? Hayır. Gözlerim gözlerine değdiğinde/ felaketim olurdu ağlardım demişti/ bir şiirinde. Bense “sesim sesine değdiğinde/ felaketim olur çoğalırdım” diye başlamak istedim uzak mesafeli sevgiliye... İkimizde yalnızdık karşılaştığımızda değil mi? Peki seni aramayıp kimi arayacağım söyler misin? Kiminle paylaşacağım hayallerimi, umutlarımı? Kime aşık olacağım yeniden söyler misin? Ne kadar zor bir iş yeniden aşık olabilmek birine, ve de aşkı yaşayabilmek kavgasıyla birlikte! Yeniden başlayabilmek bir sevdanın uykusuzluğuna? Ne gücüm var nede arayışım başka bir aşka, başka bir sevdaya. Gitsin isterse dünyanın öbür ucuna sevdiğim; kimin umurunda. Bıraksın beni kendimle baş başa bu yeter de artar bana...

 

         Cemal Süreyya'nın dediği gibi olsun istiyorum. “Aşklar da bakım ister” diyen Cemal Süreyya gibi yaşamak istiyorum. Başka ne diyor Cemal Süreyya? “Ölüyorum Tanrım üstü kalsın/ yaşadığım hayat yeter bana” dememiş   miydi bir dizesinde. Öldü gitti O da bütün ölümlüler gibi... Cemal Süreyya gibi bakıma aldım her bir şeyi mi, başta kendimi bakıma aldım... Onarıyorum kırılmışlıklarımı, tamiratlarla uğraşmaktayım. Kim bilir ne kadar zaman alacak onarım? Hemingway i anımsıyorum birden intihara kalkışan, yaşamla çelişen Hemingway ustayı anımsıyorum birden. Kapı ne kadar dar olsa da/cezam ne kadar ağır olsa da/ruhumun efendisi benim/ruhumun komutanı benim diyen hayranı olduğum bir ölümsüzle uyanıyorum derinden... Bir de Melih Cevdet ten sevdiğim bir dörtlük... Hiç görmediğim şey bu/kurdun gözü yılmış sürüden/elmanın yarısı soğuk yarısı sıcak/ahulu bitkilerle dolanmış salkım/güneşten yağmur boşanacak... Dostoyevski den “Yer altından notları” anımsadım... Ne yazmıştı sonuçta; kırkıma kadar yeraltında dolaştım, gerçeklerle boğuştum, kırkımdan sonra yeryüzüne çıktım hayallerimle dolaştım demişti yanlış anımsamıyorsam... Bu kitabı benim yaşıma gelenler iyi anlar, kırkından sonrakiler ya da olgunluğa erenler desem mi?

 

                   Başka bir dize geliyor avuçlarımda çoğalan. “ Su bendini yıkar bir gün/ gece gündüze çıkar/ yürü bildiğin yolda/ ölümden öte ne var/ diyen Rıfat Ilgazla rahatlıyorum yavaştan... ve “everything happens a REASON” diye “her şeyin bir nedeni var diye” kendimi teselli ediyorum ne güzel... Yavaş yavaş karmakarışık olmuş yaşamımdan kendimi süzüyorum ve sevdiklerimi özlüyorum... hepsi uzaklarda ama tertemiz içimde. İşte kendimdeyim, kendimleyim diye nefes alıyorum soluksuz koşularda... Seni arıyorum, sesin sarıya boyanmıştı bütün renklerin içinde, bense avutmaktayım kendimi safça çocukluğumla. Hani memeden kesilen kuzucuklar olur ya onlar gibi zıp zıp hoplamaktayım. Alışmaya çalışıyorum yeni umutlara. Keşke diyorum keşke! Boyalı kalemlerle kır çiçekleri çizseydin şöyle elimden tutup. Ben siyah önlüklü, iki örgülü saçlı kız çocuğu, sense öğretmenim ütülü pantolonlu.

 

               İyi uyutuldum mu bu yaşamda yoksa uyandırıldım mı? Kim bilir? Ayılmalarım oldu, olacakta beklerseniz. Mandalina kabuklarından çıkan, ellerime bulaşmış o doğal ferahlatıcılarla ayılmaktayım, portakal çiçeklerinin kokularıyla ferahlamaktayım Akdeniz kıyı evleri bahçelerindeki gibi... Nasıl mı? Sen gibi yalnız, yapayalnız...

Paylaş: