Sessizliğin içinde açtım

bataklıkta bir kır çiçeği

yürüdüm yürüdüm

SEN’ i özledim...

 

                   Dönemler içinde dönemler yaratarak yürüdüm diye, adım adım yazmaya başlamak istedim Seni... Okurlarımın sesi kendi sesim oldu. Sessizlerin sözcüsü diye adlandırıldım. Sıkıldım, sevdim, sevildim. Şimdi beni sevsinler diye beklemekteyim? Öyle mi? Hayır. Karşılığı varsa Aşık olabilir miyim? Elbette hayır. Doğru bir sevgiyse, ya da hak edilen bir sevgiyse sevmeliyim. Vazgeçilmez olmalıyım, vazgeçemediğim gibi. Sevilmeyi hak edebilmeliyim. Hepimiz bunu istiyoruz. Çok da takmıyorum hani. Vazgeçemiyorsam geçmem, ama vazgeçilmezlik de önemli bence hani.

 

                    Hep çevremden yükselen sesler sarstı duygu duvarlarımı. Irak savaşı başlamış okurlarımdan bir ses vurdu duygularıma. "Iraktaki kadınları, çocukları" yazın diye. Yazdım birisi dünyanın bir ucunda yayınlandı, yüz binlerin yüreğine indi. Çok yazdım bu uğurda yaşadığım gibi. Mutlu oldum savaşlarımdan, ancak savaşı durduramadım, kim dinlemekte beni. Seçimler başladı ülkem de. Yine bir baskı üzerimde "Siyaset yazın". Allah Allah dedim, ne yazayım. Peki dedim, yazdım "Sosyal baskılardan" söz ettim ülkemdeki. Ağır yazmak istedim ama beni aştı diyebilirim. Tarafsız olamadım, bir tarafta olmanın bir değeri vardır diye düşündüm. Bir gazete dışladı beni ne yazık ki? Yazılarımı kırpmak istediler. Hayır dedim hakkınız yok diye çıktım oradan. Sevindim bana uyan bir kitleye ulaşıyorum ne güzel, ama istedim ki uymayanlara da yazayım. Şimdilerde "aşklarınızı yazın" diyen bir kitle var önümde. Gülümsedim, ne Aşkı diye? Yazdım işte. Yaşama aşkımı yazdım, yazdığım her sözcük bir aşk benim için. Ama en son "iki kişilik bir yazı.."diye yazdım, bir akşamın yağmurlarında yazdım, yapayalnız olarak...

 

                   Aşk; güzel bir sözcük ama adam olana, kadın olana. Zararsız yaşayabilmek güzel olanı. Nasıl mı? Sinsice... Hayır... Aşk benim içimdeki güzelliktir, yarattığım kahramanda onun sembolü. Güzel olan kendim ve özdeşleştirdiğim SEN. Bir sessizlik aşk, bir telefondaki sessizlik, bir utangaç bakış. Bize duyduğum saygıdır aşk. Kim bilir belki de bir kavga? Aşk insanı derinleştirmekte, şiirler yazdırmakta sözcük sözcük. Üretkenliğe atılan bir adım diye geçirmekteyim içimde.


 

                 Karacoğlan’ ın dediği gibi; ince ince bir kar yağar/tozar Elif Elif diye, Köroğlu’nun dediği gibi şirin Döne’ nin aşkına/Ayvaz mey doldur mey diyen bizim aşıklarımız.. Başka? Pir Sultan ne demişti; Hüma kuşu suya düştü ölmedi/Dünya Sultan Süleyman'a kalmadı/Dedim yâre gidem nasip olmadı/Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir. İşte böyle demiş bizim ozanlarımız. İyi yazmış, iyi söylemiş iyi dillendirmişler içlerindeki sevdayı insanlık adına. Batı ne demiş aşk için? Neler dememiş neler... Bir Pablo Neru’ da Umutsuz kaç şiir vermiş dünya edebiyatına aşk’ a dair. Şili de üniversitede öğrencilerinin yaşadığı zulme dayanamamış istifa etmiş, ve ne güzel anlatmış duygularını; Kavga verin bana/ Demir verin, volkanları verin/Sarmaş dolaş olun benimle/Sevdalılar gibi... Shakspeare ne demiş; Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama/Seni yalnız koymak var, O koyuyor adama.        

 

                     Güzel anlatmışlar değil mi sevdayı, sevgiyi? Kadın yazarlarımız bu kadar içten anlatamamış sevdalarını, aşklarını. Onlar hep tutuk, suskun, yoğun, baskılı yaşamışlar yaşamasına. Hem de çılgınca yaşamışlar içlerinde. Bir Hürrem Sultanın aşklarını anımsadım tarihten. Peki sessiz sultanların içlerinde büyüttükleri aşklar ne olacak? Yaşanacak sadece. Gereği var mı yazılmasının? Kadın hep iffetin sembolü olmuş nedense. Gizli kalmış aşkı da, sevdası da içinde derin bir yara gibi onunla mezara kadar gitmiş.

 

                       Bir film anımsadım Julia Roberts başrolünde. “Tatlı Bela” isimli gerçek bir yaşam öyküsü. İki evlilik yaşamış bir iş kadını. Ve kendinden yirmi yaş küçük birine olan aşkıyla yaşamını, başarılarını izlerken duygulandım filmde. Soylu bir aşka sığınmış, üç çocuklu bir kadının karşılıklı sevgisi anlamlıydı. Dokunmadan bir aşkı yaşamanın felsefesi güzel olandı. Genç adamın birlikte paylaştığı evde kendinden büyük bir kadınla yaşadığı durumları izlerken sarsıldım diyebiliyorum. Bir yabancı yapımda, kadının sadece göz yaşları anlatıyordu sevgisini, aşkını. Birde cep telefonundan aramaları.

                   Nerede kaldı böyle aşklar, gecikmeli aşkları seviyorum her nasılsa! Şimdilerde parasal aşklar var ortada maalesef... Aldatmaların kıran kırana olduğu, batakhane ülkemizde ahlaki değerlerin nasıl çöktüğünü izlemekteyim gerçek yaşam sahnesinde... Evli, bekar dinlemiyor günümüz insanı hayret!

 

                   Aşk ağlatmalı bazen de değil mi? Ilgıt ılgıt, haykırarak ağlatmalı ki yaşansın duygular istenildiği gibi. İnletmeli de, güldürmeli de aşk. Yaşatmalı kısaca, yaşanmalı diyebiliyorum. 

                   Aşk üç harflik bir sözcük ama derin anlamlı. Bir elektrik, bir kıvılcım süresi belirsiz. Hani bir kıvılcım düşer önce/büyür yavaş yavaş/bir bakarsın volkan olmuş diye bir şarkı var ya yükselen. İşte aşk bu bence. Bir dostluk, bir arkadaşlık ötesi zararsız ama. Öyle sevdim hep zararsız sevdim, yada sevmek ihtiyacı duydum. Sevgi güzel olan. Ve önemli bir ihtiyaç; aş gibi, hava gibi, su gibi. Aşk yorucu diyorum. İnsanı da delirtmeli mi dersiniz? Baharlarda ayaklanır aşk yada sevgi duygularım. Uzun yürüyüşlere çıkarım elinden tutup. Tepelere, doğal yarattığım yeryüzünde var olmayan güzel mekanlarda yaşarım aşkı. Pınarlar gibi bazen üzerlerinden kır çiçekleri akar, bazen yosunlar. Bazen de sellerde kalırım öylesine dalgalı, öylesine kirli. Gerçi her mevsimde içimdeki aşk farklıdır benim. Derindir, anlamlı, yorucudur ama güzeldir bir başıma... Aşkı yalnızlıklarda sevdim, bir başıma uzak düşlerde yaşadım yorgun akşamlarda diyorum. Haşmet Baba oğlu güzel yazmakta aşkı? Ama en güzeli yaşamaktır diyorum, yaşamadan anlamsız bir sözcük değil mi?

 

                 Şöyle aşklardan değil benim aşkım, sevgim. Çıkara dayalı, bozguna uğratıcı değildir. Yalındır, doğaldır, kendi halinde, uzun süreli. İçimden geldiği gibi, dürüst, yapaylıkla ilgisi yok yakından uzaktan. Öyle çorap gibi sevgili değiştirmeyi anlamak uzak bana. Gönlüm harabeye de dönse antik bir sevgi vardır içimde. Antik acılarla yoğrulmuş sevgilere susamışım nedense. Uzun vadeli, soylu ilişkileri sevdim diyebiliyorum. Çingene aşkları da güzeldir mutlaka ama hiç yaşamadım, yaşamak da istemedim. İsteseydim yaşayabilir miydim? Bilmem hiç düşünmedim... Hayranı olduğum adam gibi adamları sevdim, hayran olunan bir kadın da oldum... Ancak üç defa yaşadım aşkı. Üç boyutlu resimler gibi... Hadi bir sır verdim şimdi sözcüklerimin arasından. Umarım anlatabildim aşkımı. Bir kadının aşkı böyle çarpık mı olur? Ya da...

 

         Anlamlı sevgiler doldursun yüreğinizi ne diyebilirim ki? Vazgeçemediğim şair Attilla İlhanın dediği gibi inanıyorum aşka... “Ayrılıklarda sevdaya dahil” diyen usta şair ne kadar haklı diye düşünüyorum, ve SEN’ i özlüyorum...

 

Paylaş: