Hayatımı kutsal bir sevgi tapınağına çevirdiğin
Ve her günümü yaşam şenliğine,
Unutulmayan şiirlere dönüştürdüğün için.
Teşekkür ederim...

Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir fırtına çıkmışçasına, büyük
İçimdeki güllerin boynu bükük
Bir zaman kalakalırım öylece
Neden sonra gittiğini anlarım
İçimde güller ağlar, ben ağlarım...
Sendin senin ellerindi Akdeniz idi
Senin gözlerindi bir balıkçı teknesi gibi
Heyamolalarla geçip gitti
Sendin hiçliğimin ilk gecesiydin
Bütün umutsuzluğumu
Bir mayın tarlası gibi bin parçaya ayır
Yarın olsun sen ol
Gözlerin olsun ve hep olsun
Aşkın hiçliğimin önüne barikatlar kursun
Ne dersin yolundan dönebilir mi bu kurşun

 

Avuçlarını bir yokluğa benzetirdim
Ve ne zaman avuçlarına sığınsam
Aşka ve hiçliğe dair kederler gelirdi aklıma
Aklıma gelen başıma gelirdi
Sen giderdin
Sen gidince bende giderdim, biterdim
Gün ortalarında ateş böcekleri kadar
Yalnız ve sahipsizim
Artık gitme yokluğuna uzamasın ellerim

Ben tam kendimden vazgeçmiştim ki.
Sen geldin yaralı bir temmuz gecesi
Yırtarken karanlığımın perdesini ellerin
Bakışlarının izi kaldı gözlerimde
Ben tam unutmuşken bir gülün kokusunu
Sen gül bahçesine döndürdün yalnızlığımı
Dilimde kaldı sözcüklerin ölümü
Parmaklarım söyledi seni nasıl sevdiğimi


Ben seni sevmek için değil
Sevmenin nasıl olduğunu
Görmen için sevdim.
Ben seni can canan dediğin için değil,
Can cananı yürekten duymanın
Nasıl olduğunu görmen için sevdim.


İstanbul'a Kar Yağıyordu...

Yetmiş dokuzun kışıydı,
Sertti, soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu.
Kömür yanıyordu sobalarda
Geceleri polisler, bekçiler oluyordu.
Bir de biz oluyorduk
Ölümüne üşüyorduk ha
Yalan yok polisler de üşüyordu
On altı yasındaydım ..
Her şeyi bükecek bileğim vardı
On altı yasındaydım
Aslan gibi ortadaydım
Gündüzleri okulda coğrafya defterimin arkasına
Senin için şiirler,
Geceleri duvarlara ülkemi kurtarmak için
Kahrolsun yazacak kadar adamdım
On altı yasındaydım
Ne senin haberin oluyordu şiirlerimden
Ne de birileri kahroluyordu
Mahalle duvarlarına çiziktirdiğim harflerimden
On altı yasındaydım
Yalan yok
Ben yazmaya böyle başladım
Coğrafya defterim bir eskiciye kurban gitti
Duvarlarına yüreğimi bağırdığım o evler birer birer
Yıkıldı gitti.
Simdi güzel kâğıtlara yazıyorum,
Kocaman laflar ediyorum
Marslar biliyordum,
Kitaplar okuyordum.
Koşarak ve ıslanmadan geçiyordum sulardan
Koşarak ve ıslanmadan yaşıyordum.
Bak
İstanbul'u seviyordum
Seni seviyordum
Dualar öğreniyordum
Meydanlarda toplanıp bağırıyordum
Herkes gibiydim,
Herkes kadar cesur
Herkes kadar korkak
Herkes kadar filinta delikanlı
Ve herkes kadar buralı...
Yetmiş dokuzun kışıydı,
Sertti, soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu...
Ağzımızdan dumanlar çıkıyordu konuşurken.
Haliç’ in arkasında toplanıyorduk
Gece adamı içine çekiyordu
Biz geceyi içimize çekiyorduk...
En güzel ben yazıyordum duvarlara yazıları
Herkes beni seviyordu...
En güzel şiirleri de ben yazıyordum oysa
Coğrafya defterimin arkasına...
Bunu kimse bilmiyordu
Sizin evin duvarına kahrolsun diye yazıyordum
Ve hızla kaçıyordum
Sizin evin duvarına bir kez olsun
Seni seviyorum diye yazamadım
O zaman duvarlara öyle şeyler yazılmıyordu
Dedim ya
Yetmiş dokuzun kışıydı
Sertti, soğuktu
İstanbul'a kar yağıyordu...

.                                                                                               İbrahim Sadri

Özledim seni...
Ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
Beynimi uyuşturuyor özlemin...
Çok sık birlikte olmasak bile
Benimle olduğunu bilmenin
Bunca zamandır içimi ısıttığını
Yeni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sızı olmaktan çıkıp
Mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
Akşamları her işi bir kenara koyup
Seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
Oynaşmalarımızı,
Yürüyüşlerimizi,
Sevimli haşarılığını,
Çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
Beni savunurken;
Ve ne kadar yumuşak
Bir çift kısık gözle kendini
Ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
Buna mecbur olduğunu görmek
Ve sana bunları söylemeden
''Git artık'' demek
''Beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
Kavuşacaksın mutluluğa''
Demek sana nede zor
Seni görmemek ve belki yıllar sonra
Karşılaştığımızda
Bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
Yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....
(04.01.2001)

Nöbetçinin Vukuatı
.
Yüzbaşım, garajda nöbet tutarken
Hatırıma sıla düştü bu gece
Güngören'in horozları öterken
Gönül kalktı yola düştü bu gece

İçinde dışında yoktur yalanı
Anlatayım dur başıma geleni
Bir yar için düşüncemin olanı
Sapanca'da göle düştü bu gece

Boz höyük’e vardım Güllü kadına
Fal açtırdım Ülker'imin adına
Gelin olmuş bak su işin tadına
Bizim kısmet ele düştü bu gece

Kırk yıl geçse unutamam bu günü
Olmuş bitmiş sevdiğimin düğünü
Hep çözülmüş sırrımızın düğümü
Maceramız dile düştü bu gece

Kalbime ateşten vurdular yama
Perişan bir halde döndüm kıtama
Karakoç bildiğin KARAKOÇ ama,
Bilmediğin hale düştü bu gece
 
Abdurrahim Karakoç

Paylaş: