Yüz binlerce hapishane ,milyonlarca hücre .. Evler,mutfaklar,yatak odaları,hastaneler,dershaneler ve batakhaneler ..bir yandan yaşamın dar sokakları ,öbür yanda göbek danslarıyla seyircilerini eğlendiren mahkumlar.  Sabahın,öğlenin gecenin mahkumları ..hepsi de aşılmaz,çıkılmaz,kaçılmaz görünen zindanlar ve hepsi de özellikle kadınlar için .

Sorabilir miyim hangi kadın, kilitleri asırlık geleneklerle kapatılmış bu zindanlardan kaçabilir?hangi kadın bütün toplumu karşısına alacak özgürlük tutkusuna sahip olabilir?

Çoğumuz ilkokulu bitirdiğimiz yaşlarda görücüye gösterilmedik mi? üzerimizdeki tonlarla baskılara rağmen annemize, babamıza, çevremize ve bütün topluma direnerek okuyup ,kimliğimizi bulmak için uğraşmadık mı?içimizdeki doğruları değerleri yitirmeden yıpranmadık mı?

Anneler günüymüş? anaların yaşamlarını çocuklarına kurban ettikleri gün olsaydı daha mı anlamlı olurdu yoksa? Kadın ne ister?benimde kimliğimde ve cinsiyetimde kadın yazıyor ..

Yaşama verebileceklerimi verdiğime inandım yürekten , yaşamda bana verebilecekleri en güzel şeyleri hep verdi .. Şükürler olsun diyorum yaratana... Daha ne diyebilirim ki??

Üniversiteyi yeni bitirdiğimde de hep aynı çığlıkları içimden hissederdim. Çalışan bir kadın evde bir eş ve anne olmak yaşadığım tüm duygularımı yansıtıyordu bu web sayfam. ne bir devrimciliği nede bir feministliği kabul ettim yaşamımda. Hiç okumadım bu konuda aslında. Kadın olmak?Gerek var mıydı okumama ..yaşadıklarım yeterdi bana. Kendi yazdıklarıma koyduğum sansürleri ben koymasam başkaları mutlaka koyacaktı. Ondan teğet geçtim çoğu şeyi .. Bundan detayları yazmamayı içimden kabul ederek başladım sınırlılıkları koymanın bedelini hep yaşadım.

Toplumda değerleri olan bir kadın olarak yaşamanın ne demek olduğunu hep bildim; geleneklerin, tabuların, yasakların, günahların etkilerini yaşadım hep. Kadın denince ezilmeye karşı öfkeyi anımsıyorum hep . Aslında dünyada bu konuda hatırı sayılır bir değişimin varlığını hissediyorum şu günlerde. Bu konuda çığlıklar içimi ürpertiyor hep ..

Kendimle kadınlığım arasındaki ilk çatışmaları annemden öğrendim. Ne kadarda ayırım yapmadık deseler ben hissetmişimdir o derin uçurumu. Ben bir kız çocuğuydum, yaptığım her harekete dikkat etmeliydim. Oturuşum, davranışlarım hep disiplin altında olmalıydı."kız çocuğusun" ya da "sen kızsın" ne kadar aşağılayıcı tabirlerdi. Okumam, eğitimim her konuda özenle ve baskıyla olmuştur. .toplumumuzda" kızların başı ağrımaz,yorulmaz,çok konuşmaz vs. sözcüklerinden sınırsız sayıda yok mu ??Tepkilerimiz asla olamazdı .. Onlara neden böyle yüklenildi acaba? Çoğumuz erkeklerden kaçarak büyüdük.

Otoriteler ..neydi bunlar?hiç anlayamadım bundan mı acaba isyanım kafa tutuşum .sonuçları kazandığım tüm zaferlerdi .hassas bir dünyamda gözyaşları mı tutamam, duygusallığımı hat safhada yaşamak gibi bir şey işte  yaşamım ..inancım hep şu;korku hep yenilgi getiriyor,zafer ise cesaret .otoritelerin sıradanlığını otuzuma doğru algıladım ..anneme ,babama bile tavırlarımı çıkışlarımı ancak bu yaşlarda koyabildim .onlar hep haklı olamazdı ki ?

Hayatta kendi yolumu çizmiştim, aklın yoluydu bu. Kimya kitapları, maddenin bileşenlerini değişikliğe uğratan ve sonra aktif biçimde harekete geçiren kimyasal reaksiyonlar olabileceğini yazıyordu. Fizik kitapları, atomları değiştiren ve hayatın önünü açan elektrikten, fizyoloji kitabı refleksler ve salgılardan bahsediyor, psikoloji kitapları insanın ruhtan ibaret olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Erkekleri,kadınları ve hayvanları birbirine yakınlaştıran bu yeni dünyayla,kudretli,adil ve her şeyi bilen bir tanrı anlayışıyla sevgi dolu yaşamaya gayret ettim hep .. Birde bilim tanrısı, güçlü olan buydu işte hep içimde ..

Bu web sayfa işime girmeden önce yaşadıklarımı bir paket haline getirip beni şehirden çok uzaklara .. Bilim kadınlığımdan,ailemin bütün bireylerinden alıp çok uzaklara götürecek beyaz bir trene binerek başladım bu yolculuğa .. Orada kendi çıplak benliğimle yüzleşmiş ve genel kalanlarla kendimi sorgulamaya başlamıştım .. Sadece hissetmek yetiyordu yazılarıma .. Doğanın gücünü, cılız ama kibirli insanlığında kısacık ömür sürecinde sadece gurur ve başarı duygusu adına üzerime ne kadar ehven(ucuz) ve çirkin giysiler giydirmeye çalıştığını fark etmiştim artık . Duygularım mı beni akıllı yapmıştı? duygunun akıldan daha keskin zekalı olduğunu hissetmek kadar önemli bir şey yoktu.

Çocukluğumu,ergenliğimi ve genç kadınlığımın şafağını göğüs göğüse bir savaşta boşa harcamıştım,hem de kime karşı?kendime,kendi insanlığıma karşı .. Niçinini ve nasılını sormaksızın sadece yiyip içen, çocuk doğurup hastalanan ve sessizce ölen köy kadınlarıyla hayatın beşiğinde sıfırdan başlamak isteği vardı hep içimde... toprağın derinlerinden gelen kokusunu içime çekip ve toprağa ait olma onun bir parçası olma duygusuyla yaşamak istiyordum ama boşuna.

Geleneklerden sıyrılarak tüm çıplaklığımla yaşamak arzusu ,oysa insan çıplak doğup çıplak ölmüyor muydu???Fakat bu yeniden doğuşa rağmen,yaşama hakkını talep eden korkunç bir dev içimde vardı hep ...bu devi destekleyen hep göz yaşlarımdı ..yalnız başıma yanaklarımdan aşağıya bir sel gibi şakır şakır akan göz yaşlarım ..içimdeki tüm tozları hep göz yaşlarım temizledi yaşamımda ... Birde sevgi yolu, kır çiçekleri süslemiş hep bu derenin yolunu... İçimde hep bu sözcüğe vuruldum, içimdeki hasret çığını sevgiyle devirdim de yaşadım... yaşama sevgisi, hastalıkta ve sağlıkta, bilinen ve bilinmeyen yanlarıyla yaşamın güzelliği ve acısıyla...

Aynı anda hem bozulmamış, denenmemiş duyguları olan sabırsız bir çocuktum, hem de yaşlanmış zihniyle kalifiye bir yönetici miydim? Çocukluğumu annemle (oda istememiştir kötülüğümü aslında),kendimle mücadele ederek harcamıştım. Ders kitapları ve geleneklere göre yetiştirilme bütün gençliğimi ve kadınlığımı tüketmişti sanırım. İçimde kalan o çocukluğum ???Özünü bir güvercinin gagasındaki buğday gibi topladığım yaşam ...

Ama geriye dönmek zorundaydım; onun için trenden inip evime, işime ve toplumuma döndüm... Şafak sökmek bilmiyordu. Hayat sertti kayalardan bile daha sertti. Bir o kadarda acımasızdı hep .. Ama umut, sevgi, ışıltı ve ışık hep vardı içimde var olacağı gibi de...

Paylaş: